Siyaset - Bürokrasi çatışması, çok partili sisteme geçtikten sonra Türkiye’nin tanıştığı ve neredeyse yüz yıldır sürekli yüzleştiği bir gerçeği olarak varlığını koruyor. Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren 23 yıl süren tek partili bir siyasi yapı ile çalışan bürokrasi, Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi ile bir anda karşısında farklı bir siyasi yapı görünce ilk tepkilerini vermeye başladı ve Siyaset – Bürokrasi çatışması o gün itibari ile başladı.
O günden bugüne bürokrasinin siyasete rağmen ‘güç odağı’ olma mücadelesi, her seferinde farklı bahanelerle kendini göstermeye devam etti. Bazen askeri darbe, bazen yargı müdahalesi, bazen de sivil bürokrasinin ayak diremesi olarak karşımıza çıkan bürokratik direnç, siyasetin alanını daralttığı gibi, ülkenin gelişmesinin önünde hep engel olarak durdu.
Bu nedenle güçlü siyasi figürler her zaman bürokrasinin tahakkümü ile mücadele içinde buldular kendilerini. Adnan Menderes de Turgut Özal da, Recep Tayyip Erdoğan da tutunmak için önce bürokrasinin direncini kırmaya enerji harcamak zorunda kaldılar. Turgut Özal Başbakanlık koltuğuna oturur oturmaz, "Türkiye'nin baş sorunu bürokrasidir" açıklamasıyla sorunun büyüklüğüne dikkat çekmişti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da siyasete adım attığı ilk günden itibaren, kendi tanımlamasıyla ‘bürokratik oligarşi’nin hedefinde oldu hep. Erdoğan’ın bugün bile, bürokratik oligarşiden şikayetçi olması manidardır. İktidarının en güçlü döneminde dahi bürokratik oligarşiden yaka silkip, “Bürokratik oligarşiyi aştığımız gün, bu milleti kimse tutamaz." diye dertlenmesi yersiz değil.
Esasında olayın özü, insanın doğasında bulunan güç mücadelesine dayanıyor. Elindeki gücü kaybetmek ya da paylaşmak istemeyen kişi veya kurumlar, çeşitli desiselerle rakip gördüğünü etkisizleştirmeye çalışıyor. Tabii bu mücadele devlet içinde yaşanınca; kurumların enerjisi koltuk ve güç mücadelesiyle heba ediliyor.
Bürokrasi, siyasetçileri gelip geçici, kendilerini ise devletin sahibi görür her zaman. ‘Onlar yolcu, biz hancı’ yaklaşımıyla tezahür eden bu anlayış, özellikle siyasetin zayıf, hükümetlerin kısa ömürlü olduğu dönemlerde devlet yönetimindeki ana felsefeydi.
Oysa siyasetle bürokrasinin iş birliği yaptığı örnekler, çok başarılı hizmet modellerini doğurmuştur. Bürokrasi ile siyasetin, millete hizmet paydasında buluşmasından her zaman bir kuvvet oluşmuş ve halkın lehine bir sinerji dağına dönüşmüştür.
Bu uzun girizgah aslında çok su götürecek hamur cinsinden. Konuyu toplum bilimci üstadlar en geniş ve güzel haliyle ele alıyorlar zaten. Asıl konumuz siyaset – bürokrasi çatışması değil, siyaset ve bürokrasi uyumunun nasıl güzel hizmetlere dönüştüğünün izahı gayretidir.
Bugünün Türkiye’sinde, hizmeti ülkenin her köşesine ulaştırmakta birkaç kurumun merkezi rolü var. İllerde valiler, devletin temsilcisi olarak sistem gereği önemli bir güç sahibidir. Ayın şekilde belediye başkanları ise, kentin seçilmiş siyasi iradesi olarak siyasetten ve seçmenden aldığı güçle hareket ederler. Diğer yandan milletvekilleri, hem Ankara’da bulunup merkezi iktidara yakın olmaları hem de seçilmiş siyasi irade olmalarının etkisiyle kendini güçlü hissederler. Bu üç yapı, maalesef çoğunlukla birbirlerinin ayağına basmakta, görev alanlarına müdahale etmekte ve içten içe büyük bir kavga sürdürmektedirler.
Bugün bile maalesef aynı partiden seçilen milletvekillerinin birbirleriyle ya da kendi partilerinin belediye başkanı ile kavgalı, hatta savaş halinde olduğu pek çok örnek var. Bunları toplum gayet iyi biliyor ve değerlendiriyor.
Ancak ben, olumlu bir örnekten bahsedip, siyaset ve bürokrasinin işbirliği halinde elde edilen pozitif sonuçlara Sivas örneği/modeli üzerinden değinmek istiyorum.
Bir süredir yakından takip ettiğim Sivas’ta gerçekten gıpta edilecek ve aslında tüm şehirler tarafından örnek ve model alınacak bir işbirliği sergileniyor. Ben bu işbirliği ve yakın çalışma modeliyle elde edilen başarılı sonuçlara, ‘Bürokrasi- Siyaset İlişkisinde Sivas Modeli’ penceresinden bakıyorum.
Sivas Valisi Salih Ayhan, bürokraside de mahalli idarelerde de tecrübeli bir isim. Sivas’ın iki ilçesinde kaymakamlık yapmış, 4 yıl İl Özel Genel Sekreterliği görevinde bulunmuş, merkezi bürokraside Mili Eğitim Bakanlığı Destek Hizmetleri Genel Müdürü olarak tecrübe edinmiş oradan da Sivas’a Vali olarak atanmış. Mülki ve Mahalli idarede edindiği tecrübe ile şimdi Sivas’ı bir orkestra şefi edasıyla ahenkle yönetiyor.
Belediye Başkanı Hilmi Bilgin ise siyasette oldukça deneyimli. Sivas’ta Baro başkanlığı yapmış, il teşkilatının çeşitli kademelerinde görev almış, 3 dönem milletvekilliği yapmış, Adalet Bakan Yardımcılığı görevinden sonra şehrine belediye başkanı olmuş bir isim.
Bürokraside ve siyasette deneyimli bu iki isim şimdi Sivas’ı uyum içinde birlikte yönetiyorlar. AK Parti’nin 3 milletvekili de bu uyum tablosunun içinde. Haliyle diğer kurumlar da bu ikiliye ayak uydurmak durumunda kalıyor ve siyaset-bürokrasi uyumu şehre yatırımlar ve başarılar olarak yansıyor. Bugün Sivasspor’un borçsuz bir şekilde süper ligde şampiyonluğu zorlayan bir takım olması da bu uyumun bir neticesidir.
Eğitimde getirdiği performans sisteminde geride kalan 20’nin üzerine okul müdürünü aynı gün görevden alan Vali’nin bu tasarrufuna siyaset sahip çıkınca sendika genel başkanının şehre geldiği halde geri adım attırmayı başaramaması da bu uyumun bir neticesidir. Başka şehirde olsa her yirmi müdür için yirmi ayrı yerden Vali’ye telefon ve baskı gelirdi.
Vali, Başkan, Milletvekilleri ve İl Başkanının birlikte Ankara’ya gidip oturdukları bakanlıktan istediklerini alıp çıkmalarının örnekleri saymakla bitmez.
Sivas’ta yakalanan bu sinerji, kentin gücü olarak pek çok alanda kendini gösteriyor. Gıpta ile baktığımız bu uyum ve ortaya konan birlikte hareket etme iradesinin başarı getiren bir model olarak tanımlanmasının yanlış olmayacağı kanaatindeyim…